Kendimi uyuşmuş gibi hissediyorum dünden beri. Dün kötü bir şey geldi başımıza. Daha doğrusu kötünün iyisi. Bloga yazmak ve yazmamak arasında çok gidip geldim. Ada'nın anılarını tutmak içindi bu blog. Ama insan kötü olan anıları yazmak, paylaşmak istemiyor ki... Belki hiç olmamış gibi davranmak için, belki de unutmak için.
Dün Ada'yı okuldan almaya gittim. Okul çıkışı kaldırımda yürüyorduk. Cadde kenarındaydık. Ada her zaman ki gibi kendisi yürüyordu. Bir kaç adım önümdeydi. Kaldırımın sarı ve beyaz boyalı kenarında yürümek istedi ki bunu yaparken genelde elimden tutuyor olur. Bu sefer bir anlık kararla yürümek için adımını attı. ikinci adımında dengesini kaybetti. Tam da ışıklar 5-10 mt. vardı ve arabalara kırmızı yanıyordu. Bir araba durmuş, diğer arabada iyice yavaşlamış ama hala hareket halindeydi. Ada dengesini kaybetti ve kafası ve arabanın tamponu arasında yaklaşık 10-15 cm. kalmıştı. Dengesini toparlayıp kaldırıma çıktı. Ancak olan oların farkına varmadı. Onun için sıradan bir denge kaybetme olayıydı. Çünkü araba görmediği bir noktadaydı.
O an, o saniyeler ne gözümün önünden gidebiliyor. Ne de boğazımda ki düğüm ve gözlerimin dolmasına her aklıma geldiğinde engel olamıyorum. "Allah korudu" diyebiliyorum. Ama ya bu kötünün iyisi olmasaydı ne olurdu? diye düşünmeden de edemiyorum. Can havli ile bağırdım, kaç kere bilmiyorum. Tüm sokaklar da yankılandı sesim onu biliyorum. Ne yapabileceğimi bilemedim. Tüm bunlar yaklaşık 3 saniye evet 3 saniye içinde oldu. Kızımın, canımın kaynağının, canımın ta içinin ve herhangi bir insanın hayatı. Toplam 3 saniye....
Koştum yanına. "Ada" diye elinden tuttum. Hiç bir şeyi fark etmeyen çocuk bana kızdı. Neden onu tutup çekmişim diye kaşlarını çatıp bana aksilendi. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum zaten. Ne diyeceğimi şaşırdım. " Ada neler olduğunun farında mısın?" dedim. Ona kızdığımı düşünerek aksilendi. Defalarca tekrarladım gerçekten ne sorduğumu algılayabilsin diye. "Ada neler olduğunun farkında mısın? Az kalsın araba sana çarpıyordu. Ezile bilirdin, kemiklerin kırılabilirdi, kanayabilirdi. Çok korktum sana bir şey olacak diye" dedim. Anladı ona kızmadığımı sarıldı bana bende ona sarıldım. "Bundan sonra cadde kenarlarında asla ve asla elimi bırakmayacaksın, tamam mı?" "Tamam" diye konuyu noktaladık.
Ama ben hala bir türlü noktalayamadım. Akşam, gece ağlamaklıydım. En son gece Ada yattıktan sonra eşimle konuştuktan sonra patladım. Saatlerce bunu düşünüp ağladım.
İnsan böyle durumlarda o kadar çok şeyi sorguluyormuş ki...
Ya Ada'ya bir şey olsaydı. Ben kötü bir anne miyim? Yetersiz miyim? Ama bunların gerçek cevapları yok. Elini bile tutsam olacak olduktan sonra öyle ya da böyle olur. Ama kaldırımda giderken çocuğun elini bırakabilmek için kaç yaş uygundur. Bana sanki çocuğu tasma ile gezdiriyormuş gibi geliyor (du) Ama pamuk ipliğini gördüm o an. Sanırım "keşke" demektense özgürlüğünü kısıtlamak gibi gelse de elini tutmalıyım. Nereye kadar koruyabilirim ya da koruya biliriz. Hep koruyamayabilirim ama nedenler "eşeğini sağlam kazığa bağla" Dün akşamdan beri kendimi sorguluyorum yanlışlarım başka var mı? Düzelteyim diye. Ama çocuk yetiştirmek böyle bir şey hiç bir şeyin bir cevap anahtarı yok....
Aklıma hep ata sözleri geliyor. "Çocuğunun tahtını yapabilirsin ama bahtını değil" geldi aklıma yazıya başlarken.
Uyuşuğum beynim uyuşuk hala sabah yine ağladım. Ya bir şey olsaydı? O zaman ne yapardın? Şükret haline dedim kendi kendime. Ama işte insan üzerinden kolay kolay atamıyormuş.
Ada Seni çok ama çok seviyorum. Senin kılına zarar gelmesin istiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder